Showing posts with label Saray. Show all posts
Showing posts with label Saray. Show all posts

Thursday, May 1, 2008

Ütopik Akdeniz: Karmi ve Bellapais


Çok değil, 10 yıl öncesine kadar doğru düzgün elektriği ve suyu bile olmayan, üzerine ölü toprağı serpilmiş bir balıkçı kasabası olan Girne, bugün yelkenlerini değişim rüzgarlarıyla şişirmiş, şaşırtıcı derecede fazla turistik zenginliğe sahip bir Akdeniz kenti. Birkaç yıl öncesine kadar Türkiye, Ortadoğu ve Arap Yarımadası'ndan gelen kumar tutkunlarına hizmet etmekle yetinen kent, artık konuklarına çok daha fazlasını sunmaya hazır. Tarih boyunca siyasi karmaşanın hiç bitmediği Akdeniz'in üçüncü büyük adasının kuzey kesimi, yıllar önce kendisine biçilen elbiseye sığmıyor. 1974'te yapılan Barış Harekatı'ndan tam 30 yıl sonra, Avrupa ülkelerinden gelen turist sayısının Türkiyeli ziyaretçileri aşması, Kuzey Kıbrıs turizminin uyandığının kanıtı. Bu gelişmenin nedenini, 36 yıllık müzakere sürecini çözüme kavuşturmaya kararlı olan Kuzey Kıbrıs halkının tüm dünyada topladığı sempatiye bağlayanlar çoğunlukta. Kuzey Kıbrıs, Türkiye pazarındaki turistik cazibesini, pasaportsuz olarak yaz keyfinin sürülebileceği en yakın adres olmasına borçlu. Akdeniz'in el değmemiş kır peyzajını yaşatan adanın karakterini tanımak isteyenlerin gezi listesinde mutlaka bulunması gereken iki yer ise Karmi ve Bellapais.


Bohem sığınak

Kıbrıs'ın İngiliz sömürgesi altında kaldığı 1878-1960 yılları arasında adayı ziyarete gelen İngiliz aristokratlar, hayallerindeki yaşam alanını keşfettiklerine karar vererek Girne'ye yerleşmeye başlamış. Çok geçmeden İngiltere'den gelen nüfuzlu aileler ile entelektüel ve sanatçılar, Beşparmak Dağları'nın yemyeşil yamaçlarına, klasik Akdeniz mimarisine sadık kalarak, birbirinden zarif köşkler ve villalar inşa etmişler. Palmiyelerin gölgesindeki çiçek bahçelerinin ortasına kurulmuş; dünyanın çeşitli bölgelerinden getirilen dekoratif objelerin süslediği saray yavruları, sahiplerine uzun yıllar bohem zevkler yaşatmış. 1900'lü yıllardan sonra İngilizlere, Avrupa ve Amerika'nın çeşitli kentlerinden gelen pek çok kişi katılmış. Öyle ki, gelenler arasında Fransız şair Arthur Rimbaud, ünlü komedyen Peter Sellers ve müzisyen David Bowie bile var. 70'li yıllarda siyasi gerginlik tırmanıp çatışmalar başlayınca, bu tatlı hayatın sakinleri birer ikişer adayı terk etmiş. Buna karşın, anılarından vazgeçemeyip kalmakta ısrar edenler de çıkmış. Savaştan sonra sular durulunca, KKTC Hükümeti dağınık biçimde yaşayan yabancıları bir araya toplamaya karar vermiş. Eski bir Rum köyü olan Karmi, evlerin onarılması koşuluyla Kıbrıslı yabancılara tahsis edilmiş. Karmi'nin yeni sakinleri köylerine çabuk ısınmış ve benzerlerini ancak dekorasyon dergilerinde görebileceğimiz 150 hanelik bir Akdeniz ütopyası yaratmayı başarmışlar. Bugün, Karaman adıyla anılan Girne'ye 8 kilometre uzaklıktaki köyün, çoğunluğu İngiliz olmak üzere Alman, Fransız, İtalyan, Hollandalı, İsviçreli, Amerikalı ve Kanadalı sakinleri atalarından yadigar kalan bohem hayatın izini sürüyor. Rengarenk çiçek bahçelerinin çevrelediği köy meydanındaki beyaz badanalı küçük kilise, 1860 tarihli. Köyün tek bakkalı, bir İngiliz'e ait. Köyde, İngiliz usulü aperitifler eşliğinde sıcak ya da soğuk bir şeyler içmek için birer pub ve kafeterya da bulunuyor. Ancak, Kuzey Kıbrıs'ta fiyatlar Türkiye'ye kıyasla ucuz olmasına rağmen, ücretlerin İngiliz sterlini üzerinden belirlendiği Karmi son derece pahalı. Köyün muhtarlığını yapan 80 yaşındaki Nadia Brunton, yaşamını Karmi'nin güzelliğini korumaya adamış. Hayat dolu bakışlarla yaşama sarılan Bayan Brunton, köydeki bazı evlerin sezonluk olarak kiralanabildiğini anlatıyor. Bayan Nadia'ya veda edip geziye devam ediyoruz.


Tembellik kahvesi

Bahar ve ilk yaz aylarında mucizevi bir güzelliğe bürünen Kıbrıs'taki ikinci durağımız, Bellapais ya da yeni adıyla Beylerbeyi Köyü. Limon ve nar ağaçları arasında küçük bir Akdeniz köyü olan Bellapais'in girişindeki Tembellik Ağacı Kahvesi, bir edebiyat başyapıtı olan 'İskenderiye Dörtlüsü' romanının yazarı Lawrence Durrell'ın yazılarını yazdığı mekanın ta kendisi. Yazarın tembellik ağacı adını verdiği asırlık dut ağacının gölgesine sığınan köy kahvesi, gün boyu iskambil oynayıp sohbet eden köy ahalisinin tembellik hakkını bolca kullandığı bir mekan. Ünlü yazar, hayatına yepyeni bir sayfa açmak için 1953 yılında kızı Sappho ile Kıbrıs'a geldiğinde, tereddütsüz Bellapais'i seçmiş. Ancak etnik gerilimin giderek tırmandığı adada üç yıl kadar yaşamını sürdürebilen yazar, ardında 'Acı Limonlar: Kıbrıs' adlı kitabını bırakarak adadan ayrılmış. Köye asıl şöhretini kazandıran ise gotik ortaçağ mimarisinin şaheseri sayılan Bellapais Manastırı. 12. yüzyıldan itibaren tam üç yüz yıl boyunca Kıbrıs'ta hüküm süren Fransız kökenli bir derebeyi sülalesi olan Lüzinyanlar tarafından inşa edilen yapı, köyün mütevazı görünümüyle keskin bir tezat oluşturacak kadar devasa ve gösterişli. Bir zamanlar derin koridorlarında beyaz pelerinli rahibelerin gezindiği bu mistik yapı, günümüzde festival ve konserlere ev sahipliği yapıyor. Bu yıl dokuzuncusu gerçekleştirilen Bellapais Uluslararası Klasik Müzik Festivali 24 Haziran'a kadar sürecek. Her yıl mayıs ayının son haftası başlayan festival, bu yıl 10'dan fazla ülkeden gelen klasik müzik ustalarının yorumlarıyla renkleniyor. Beşparmak Dağları'nın yamacında, Girne Ovası'na hâkim bir konumda bulunan manastırın çevresinde yöre mutfağının seçkin örneklerini bulabileceğiniz zevkli restoranlar konuklarını ağırlıyor. Buraya kadar gelmişken Kıbrıs mutfağının tadına bakmamak olmaz. Adanın balık ve deniz ürünleri açısından zengin olduğunu söylemek zor. Ancak şeftali kebabı, tavada hellim peyniri, ceviz macunu ile Türk-Yunan esintisi taşıyan soğuk meze çeşitleri dillere destan. Bellapais Manastırı'nın huzurlu gölgesinde, uzun bir Akdeniz akşamını nefis bir yemek ziyafetiyle taçlandırıp panoramik Girne manzarasına dalıp gitmek ise her şeye bedel?

İklim

Akdeniz iklimi hüküm sürüyor. Yılın ortalama üç yüz günü güneşli. Yaz sıcaklarından kaçmak için en iyi mevsim, mayıs - haziran ile eylül - kasım.

Vize

T.C. vatandaşları nüfus cüzdanıyla adaya giriş yapabiliyor. Vize bilgileri için www.thegate.com.tr

Telefon kodu

Türkiye'den yapılan aramalarda 0392 ön kodunu çevirmek yeterli.

Para birimi

Resmi para birimi, TL ve YTL. İngiliz sterlini yaygın olarak kullanılıyor.

Nasıl gidilir

THY, Kıbrıs THY ve Atlas Jet Havayolları ile her gün, iç hatlar fiyatına Türkiye'den Kuzey Kıbrıs'a uçmak mümkün. Taşucu'ndan Girne'ye her gün deniz otobüsü var. Tel: +324 741 23 23. Telefon numaraları için www.thegate.com.tr www.gatetoturkey.com



Nerede kalınır

Merit Crystal Cove Hotel: 5* Akdeniz'in en güzel körfezlerinden biri üzerine inşa edilmiş; özel plajı, havuzu, renkli gazinosu, dağ ve deniz manzarasını birleştiren odalarıyla lüks bir otel. Alsancak, Girne. Tel: +392-821 23 45. www.merithotels.com The Colony Hotel: Koloniyal tarzdaki üç katlı gösterişli bir binada hizmet veren butik otel, özel uşak servisi, günde iki kez oda temizliği ve interaktif uydu sistemiyle çok özel hizmetler sunuyor. Sandviç ve kurabiyeler eşliğinde beş çayları, bir seremoni havasında. Ecevit Cad, Girne. Tel: +392 815 15 18.

www.thecolonycyprus.com Bellapais Garden Hotel: Bellapais Manastırı'nın eteğindeki yarı tropikal bir bahçe içinde, bungalov ve apart dairelerden oluşuyor. Geleneksel Kıbrıs mutfağının en iyi temsilcilerinden. Beylerbeyi, Girne. Tel: +392 815 60 66 www.bellapaisgardens.com Hideway Club: 3* Girne'ye tepeden bakan bakımlı bir bahçe içinde villalardan oluşan bir tatil köyü. Karaman yolu, Girne. Tel: +392-822 26 20. www.hideawayclub.com Nostalgia & Ferman Otel: Tarihi Girne Limanı'nın arkasındaki dar sokak aralarına gizlenmiş eski Rum evlerinde hizmet veren iki butik otel. Hint mutfağıyla tanınıyor. Cafer Paşa Sok, Girne. Tel: +392 815 30 79.

Nerede ne yenir

Kybele: Bellapais'in romantik atmosferinde kalamar dolması, şeftali ve küp kebabı, sarmısaklı tahin ve ceviz macununu deneyin. Beylerbeyi, Girne. Tel: +392 815 75 31. Veranda: Kayalıklar üzerindeki bahçeli bir Rum evinde, Akdeniz lezzetleri sunuyor. Rezervasyon şart. Karaoğlanoğlu sahili, Girne. Tel: +392 822 20 53. Niazi's: 50 yıllık deneyimle Kıbrıs usulü balık, deniz ürünleri ve kebap yiyebilirsiniz. Yemekten sonra tatlı büfesi var. Dome Sok, Girne Tel: 0392 815 21 60.

Monday, April 21, 2008

VIYANA


Viyana masal alemi gibi bir şehir, hem çok tarihsel ve görkemli, hem sakin, huzurlu, romantik, aynı zamanda da şık bir Avrupa şehri. Kültür kelimesinin ne anlama geldiğini insan Viyana'da daha iyi anlıyor. Muhteşem operası, konserleri, sayısız galerileri, tiyatroları, müzikalleri burayı kültür konusunda eşsiz kılan unsurlar. Sonra birbirinden güzel café'leri, tramvayları, geniş ve ferah Ring-caddesi, trafiğe kapalı alışveriş için ideal Kärntner (Kaerntner) Strasse'si, bence Viyana'yı eşsiz kılan özellikler. Bu şehrin insana huzur ve mutluluk veren bir yanı var kesinlikle.Görkemli ve rafine bir imparatorluk başkentiymiş Viyana. Bu imparatorluktan kalanlar da şehrin ana hatlarını oluşturuyor zaten. II. Dünya Savaşı'ndan çok az zararla sıyrılabildiği için eskiyi önemli ölçüde muhafaza edebilmişler ve tarihi yaşatmaya ve yaşamaya devam ediyorlar. Şehrin tam ortasındaki Hofburg Sarayı'nın büyük kısmı bugün müze olarak kullanılıyor, bir ucunda da Cumhurbaşkanlığı Köşkü yer alıyor. Hofburg Sarayı'nın sol kanadında, Ephesus adı altında, Efes'ten çıkarılmış eserlerin olduğu büyük ve önemli bir koleksiyon var. Öndeki bahçe ve meydanın adı 'Heldenplatz', Kahramanlar Meydanı. Bu meydanda, genelde devletin veya belediyenin organize ettiği büyük konserler ve yabancı düşmanlığının ellerde mumlarla protesto edildiği büyük gösteriler düzenlenir. Hofburg'un ufak avlularından geçip, 'Michaelaplatz'a ulaşarak turumuza devam edelim. Bu minik meydan bana çok romantik gelir. Yaz aylarında, sağdaki heykelli çeşmenin suyuna elimi değdirmeden burdan ayrılmam. Burda, 20. yüzyılın ilk yarısında yaşamış ünlü ve yenilikçi mimar Adolf Loos'un yaptığı ve zamanında sadeliğiyle olay yaratan Loos-Haus vardır. Altında, Valentino ve Ungaro'nun koleksiyonlarını satan 'Renoir', Viyana'nın en şık butiklerinden biridir.


Michaelaplatz'tan, Viyana'nın metrekare fiyatı en pahalı ve en şık olan fazla da uzun olmayan Kohlmarkt Caddesi'ne geçilir. Artık burada Chopard, Louis Vuitton, Chanel, Gucci vitrinlerine bakmadan edemezsiniz. Eski sarayın pastacısı tarihi Demel Café ve pastanesinde bir kahve molası verin mutlaka. Esterhazy Torte yemeyi de unutmayın. Kohlmarkt'ın sonunda Graben'e ulaşırsınız. Burası da trafiğe kaplıdır. Şık mağaza ve café'ler burada da devam eder ve ara sokaklarda hem lüks, hem de ilginç ürünler satan mağazalara rastlamak mümkündür. 'Stephansplatz'a ve Viyanalıların kısaca Steffl dedikleri, Stephan kilisesine yaklaşırken sağda Augarten porselenlerinin mağazasına uğramadan olmaz. Stephansplatz'da, insan kendini şehrin tam göbeğinde hisseder. Burası yaz-kış kalabalık ve hareketlidir. Kiliseyle karşılıklı yer alan modern camekan bina Haashaus, günümüzün dünyaca ünlü Avusturyalı mimarı Hans Hollein'ın eseridir. Bu ultra modern bina içindeki mağazalar ile en üst katında yer alan ve Atilla Doğudan'ın sahibi olduğu Do&Co restaurant ve bar görülmeye değerdir. Do&Co'da kendinizi Viyana'nın çatısında gibi hissedersiniz. Stephansplatz'tan, Avrupa'nın en meşhur caddelerinden Kärntner-Strasse'ye yönelip, buradaki çeşitli güzel mağazaları ve café'lerin keşfini size bırakıyorum. Buradan Viyana'nın bir diğer önemli köşesine, Opera'ya ulaşırsınız. 'Wiener Staatsoper' dünyanın bir numaralı operasıdır. Burada mutlaka bir temsil izlemenizi tavsiye ederim. Opera'nın tam arka yüzüne bakan Viyana'nın en meşhur oteli Sacher'in, ünlü pastası 'Sachertorte'nin reçetesinin bugün bile çok gizli tutulduğu söylenir. Pastasının satıldığı minik dükkânda, uzun kuyruklar oluşur.


Küçük turumuzu bitirdikten sonra, yine buralara yakın, Prens Eugen Caddesi'ne uzanıp, Prens Eugen'in yaptırdığı, Barok sanatının en güzel örneklerinden Belvedere Sarayı'nın önüne geldiğinizde, Viyana'nın en güzel bahçelerden biri ve onun arkasında da Viyana'nın en panoramik görüntüsüyle karşılaşırsınız. Belvedere Sarayı'nın üst katındaki 'Österreichische Galerie'de, 19. yüzyılın sonuyla 20. yüzyılın başında yaşamış, art-deco'nun en muhteşem örneklerini vermiş dahi ressamlar Gustav Klimt ve Egon Schiele'nin tabloları yer alır. Bu koleksiyonları her zaman nefesimi tutarak izlerim. Galeride Klimt'in şimdiye kadar açılmış en büyük retrospektif sergisi 'Klimt ve Kadınlar', 7 Ocağa kadar devam edecek. Belvedere Sarayı Müzesi'nin daveti üzerine, Klimt'in eserleriyle paralellik gösteren 26 kıyafetim, üç hafta boyunca manken bebekler üzerinde aynı salonlarda sergilendi. Benim için onur verici bir çalışmaydı.

Aynı gün değil ama başka bir gün için de Schönbrunn Sarayı'nı bir rehber eşliğinde gezin. Çünkü saraya ait neşeli ve ilginç hikâyeleri kaçırmak olmaz. Sarayın dillere destan bahçesinde yürümek ayrı bir keyiftir. Bahçedeki Gloriette anıtına tırmanarak, buradaki şık cafe'de Avusturya'nın ünlü kahvesi 'melange'ı yudumlamayı unutmayın.Akşam yapılacak çok şey vardır Viyana'da. Opera, konserler, tiyatrolar, müzikaller... Ya da Viyana'ya has Heurige'lerde iyi bir yemek yiyip şarabınızı yudumlayabilirsiniz. İyi eğlenceler...

Nerede kalınır

Ambassador: Neuer Markt 5. Tel: +431 51466. Bu beş yıldızlı otelde eski yüzyılların ihtişamını yaşayabilirsiniz. Das Triest: Wiedner Hauptstrasse 12. Tel: 589180. Sir Terence Conran'ın dekore ettiği modern bir otel. Imperial: Kärtner Ring 16. Tel: +431 501100. Viyana'nın en ihtişamlı otellerinden olan Imperial'de devlet başkanlarına rastlayabilirsiniz. Römischer Kaiser Wien: Annagasse 16. Tel: +431 51277510. Burası Viyana'nın minyatür barok saraylarının klasik bir örneğidir. Sacher: Philharmonikerstrasse 4. Tel: +431 41456810. Bu en ünlü otelin odaları son derece gösterişlidir.

Nerede ne yenir

Figlmüller: Wollzeile 5. Tel: 512 26 177. Viyana'nın en büyük Wiener Schnitzel'i burada. Korso Hotel Bristol: Mahlerstrassa 2. Tel: 5151646. Ünlü aşçı Reinhard Gerer işletiyor. Şarap listesi muhteşem. Palais Schwarzenberg: Schwarzenbergplatz 9. Tel: 7984515. Beyaz şarap sosunda ıstakozu deneyin. Weibel's Wirtshaus: Kumpfgasse 2. Tel: 5123986. Viyana mutfağının modern versiyonu ile Avusturya ve İtalyan şarapları bulabilirsiniz. Zum Schwarzen Kameel: Bognergasse 5 Tel: 5338967. Beethoven'ın da müdavimi olduğu bu snack bar.


Ünlü café'ler

Demel: Kohlmarkt 14. Tel: 53517170. Tarihi bir dekorasyonu var ve pastaları muhteşem. Café Landtmann: Dr. Karl-Lueger Ring 4. Tel: 5320621. Sigmund Freud'un en sevdiği kahvehane. 1873'ten beri hizmet veriyor. Diglas: Wollzeiule 10. Şehir merkezinde. Appfelstrudel'ini mutlaka tadın. Sperl: Gumpendorf Strasse 11. Yazarların şairlerin buluştuğu bir cafe.

Heurige'ler (Şarap evleri)

Avusturya'ya özgü bu mekânların en popüler olanları Grinzing'dedir. Heurige'lerde o yılın yerel şarap mahsulleri açık olarak satılır. En ünlüleri: Mayer am Pfarrplatz (Pfarrplatz 2. Tel: 370 12 87), Schreiberhaus (Rathstrasse 54) Werner Welser (Probusgasse 12).'dir.

Nasıl gidilir

Viyana'ya THY'nin her gün saat 09.05, perşembe, cuma ve pazar 14.30'da uçuşlar var. Tel: 0212-663 63 63. Avusturya Havayolları'nın ise her gün 17.15'te uçuşu var. Çarşamba ve pazar günleri dışında da 07.05'te ek seferleri var. Tel: 0212-663 07 07/293 67 95.

Monday, March 24, 2008

THE CIRAGAN PALACE


The best sites along the Bosphorus and the Golden Horn had been reserved for the palaces and mansions of the sultans or important personalities. Most of these, however, have disappeared in time. One of these, the large Crragan Palace, burned down in 1910.


The palace, replacing an earlier wooden palace, had been built in 1871 for Sultan Abdula'ziz by court architect Serkis Balyan. The construction took four years and cost four million gold pieces.


The ceilings and the interior partitions were made of wood, the walls were covered by marble. The columns were superior examples of stonemasonry. The palace was lavishly decorated with rare carpets, gilded pieces and furniture inlaid with mother-of-pearl.


Like other palaces on the shores of the Bosphorus, the Ciragan had been the venue of various important meetings. Its facades were decorated with colored marbles, it had monumental gates, and it was connected to the Yildiz Palace on the slopes behind it with a bridge.



On the landside it was surrounded by high walls. After remaining in ruins for many years, the palace has been renovated and turned into a 5-star seashore hotel with several new additions.

THE YILDIZ PALACE


This is a complex of pavilions and gardens scattered over a large area of hills and valleys overlooking the Bosphorus and surrounded by high walls. This second largest palace in Istanbul is now separated into various sections, each serving a different purpose. The 500,000 sq. m grove had always been reserved for the court, and the first mansion built here in the early 19th century was quickly followed by others. When Sultan Abdulhamid II, who was an overly suspicious person, decided that this palace offered better security, the complex soon developed into its present form.

During his thirty-three year reign, the sultan used this well-protected palace resembling a city within a city as his official quarters and harem. The different courtyards containing pavilions, pools, greenhouses, aviaries, workshops and servants' quarters were separated from each other by passageways and gates. There are two small and charming mosques situated outside the two main entrances.


The buildings that were allocated to the higher military academy have been vacated now. The facilities to the north are still used for military purposes, but the other sections have been assigned to the use of the Yildiz Technical University, the municipality, the Department of National Palaces, and the Institute for Research in the History of Islamic Arts and Cultures.

The large part of the palace gardens, some old pavilions and the famous porcelain workshops are open to the public in what is now called the Yildiz Park. The park is connected to the Ciragan Palace on the seashore with a bridge. The best-known building in the complex, the Sale (chalet) Pavilion, is reached through the park. The pavilion is an important museum with its well-kept gardens, its exterior architecture resembling Alpine hunting lodges, its rich decorations, valuable furniture, carpets, and large ceramic stoves.

The main entrance of the Yildiz Palace is up the hill from Besikta§. The Muayede Pavilion to the left of the entrance is now being renovated as a new museum. Also on the left side are the single-storied Qt Pavilion, where the guests of the sultan were accommodated, and the entrance to the harem. On the opposite side stood the offices of the military officers in charge, the Yaveran chambers. The greenhouse and the theater in the harem section are attractive examples of their kind.

The staff dining room to the right of the entrance was later used to exhibit weapons collections. Today exhibitions and concerts take place here.


The Yildiz Palace Museum and the Municipal Museum of Istanbul are also in this complex. The Palace museum was founded in 1994 and it occupies the former carpentry workshops. Carved and painted wooden artifacts, thrones, porcelain produced in the palace workshops, and other objects from the palace are exhibited here, while in the Municipal Museum next to it glass and porcelain wares, silverware, paintings depicting Istanbul and a rare 16th century oil lamp are on display.

Saturday, June 2, 2007

Traditional decorations

The mosque we are in is filled with scaffolding. Dozens of restorers stand craning their necks to the ceiling. They have finished restoring the painted decorations on the dome. But what are they actually doing? "Kalemisi" has no direct translation but can be described as a painted decorative technique done on plaster, wood, stone, marble, leather and fabric.

Turkish "kalemisi" began in the 11th century when the Seljuks took Anatolia. Fatih Sultan Mehmet later established a decorative workshop. Many styles appeared over hundreds of years. The best "kalemisi" comes from the classical period in the 16th century.



From father to son

Semih İrtes is a modern "kalemkar". He and his brothers Adnan and Hayrettin learned the skill from their father. He in turn learned from the then master of the craft. Semih İrtes describes the technique of "kalemisi". First, they decide what designs will go where. Then, the designs are drawn onto draft paper. A model of the design is marked onto a soft material using pins pushed through the draft paper. Special coal dust is sprinkled onto the draft paper marking a stencil pattern onto the wall. It is much easier to work on lower surfaces than on ceilings and domes. Semih İrtes explains that the same technique is used as was in the 15th, 16th and 17th centuries. Then, the designs are painted with earth or oxide paints using different brushes. "Kalemisi" on wood has a slightly different technique. First, wood that is resistant to humidity and insects is chosen. The paint is specially prepared. The motifs are embossed onto the wood and covered with gold leaf.


From Ashkabat to Tokyo

Semih İrtes has restored much of the "kalemisi" in the Topkapi Palace including places in the Harem, the Baghdad Pavilion, the Divan-i Humayun, the Mecidiye Pavilion and the Revan Pavilion. Most recently, they worked on the restoration of the Treasury. "We have 450 restoration and new projects in Turkey, and many projects abroad," says Semih İrtes. "We restored the Ertugrul Gazi Mosque in Ashkabat and the Tokyo Mosque." This rewarding task has its difficulties, too. For example, there is the danger of falling from broken scaffolding.

For more information, see www.semihirtes.com.

Saturday, May 26, 2007

DOLMABAHCE PALACE

The Dolmabahce Palace, a blend of various European architectural styles, was built between 1843-1856 by Karabet Balyan, the court architect of Sultan Abdulmecid. The Ottoman sultans had many palaces in all ages, but the Topkapi was the official residence until the completion of the Dolmabahce Palace.

The three-storied palace built on a symmetrical plan has 285 rooms and 43 halls. There is a 600 m long quay along the sea and two monumental gates, one of them very ornate, on the land side. Well-kept, beautiful gardens surround this seaside palace. In the middle, there is a large ballroom with a ceiling higher than the other sections. The entrance section of the palace was used for the receptions and meetings of the sultan, and the wing behind the ballroom used as the harem section.




The palace has survived intact with its original decorations, furniture, and the silk carpets and curtains. It surpasses all other palaces in the world in wealth and magnificence.

The walls and the ceilings are covered with paintings by the famous artists of the age and decorations made using tons of gold. All the furnishings in the important rooms and halls are in different shades of the same color. The ornate wooden floors have different designs in each room, and they are covered with the famous silk and wool carpets of Hereke, some of the finest examples of Turkish art.

Rare handmade artifacts from Europe and the Far East'decorate every room in the palace. Brilliant crystal chandeliers, candelabras and fireplaces add to the lavish decor.


The ballroom is the largest of its kind in the world. A 4.5 ton colossal crystal chandelier hangs from the 36 m high dome. The hall, which is used for important political meetings,receptions and balls, was previously heated by an oven-like system under the floor. Central heating and electricity were later additions to the palace.

Of the six baths in the palace, the one in the section reserved for men was made of unique and beautifully carved alabaster.

The upper galleries of the ballroom were reserved for orchestras and the diplomatic corps. Long hallways lead to the harem, where the bedrooms of the sultan and the quarters of his mother, other ladies of the court and the servants were located.



An annex in the north was reserved for the crown prince. The entrance to this building is from Beşiktaş and it now serves as the Museum of Fine Arts.

In the Republican era, Atatürk used to reside in this palace when he visited Istanbul. He died here in 1938 and before his body was taken to Ankara, it was laid in state while the public poured in to pay him their last respects.


Dolmabahçe Sarayı, Avrupa sanatı üslûplarının bir karışımı olarak 1843-1856 yılları arasında inşa edilmiştir. Sultan Abdülmecit’in mimarı Karabet Balyan’ın eseridir. Dolmabahçe Sarayı 3 katlı, simetrik planlıdır. 285 odası ve 43 salonu vardır. Denizden 600 metrelik bir rıhtımı, kara tarafında ise birisi çok süslü 2 abidevi kapısı vardır. Bakımlı ve güzel bir bahçenin çevrelediği bu sahil sarayının ortasında, diğer bölümlerden daha yüksek olan tören ve balo salonu yer alır.

Duvar ve tavanlar devrin Avrupalı sanatkârlarının resimleri ve tonlarca ağırlığında altın süslemeleri ile dekore edilmiştir. Önemli oda ve salonlarda her şey aynı renk tonuna sahiptir. Bütün zeminler birbirinden farklı, çok süslü ahşap parke ile kaplıdır. Meşhur Hereke ipek ve yün halıları, Türk sanatının en güzel eserleri, birçok yerde serilidirler. Avrupa ve Uzak doğunun ender dekoratif el işi eserleri sarayın her yerini süslerler. Pırıl, pırıl kristal avize, şamdan ve şömineler sarayın pek çok odasında güzelliklerini sergilerler. Dünyadaki saraylar içerisinde en büyük balo salonu buradakidir.

Dolmabahçe Sarayı mevcut hiçbir sarayda bulunmayan bir zenginlik ve ihtişama sahiptir. Duvar ve tavanlar devrin Avrupalı sanatkârlarının resimleri ve tonlarca ağırlığında altın süslemeleri ile dekore edilmiştir. Önemli oda ve salonlarda her şey aynı renk tonuna sahiptir. Bütün zeminler birbirinden farklı, çok süslü ahşap parke ile kaplıdır. Meşhur Hereke ipek ve yün halıları, Türk sanatının en güzel eserleri, birçok yerde serilidirler. Avrupa ve Uzak doğunun ender dekoratif el işi eserleri sarayın her yerini süslerler. Pırıl, pırıl kristal avize, şamdan ve şömineler sarayın pek çok odasında güzelliklerini sergilerler. Dünyadaki saraylar içerisinde en büyük balo salonu buradakidir.

Atatürk’ün İstanbul ziyaretlerinde ikametgâh olarak kullanılan sarayda en önemli olay 1938’de Atatürk’ün ölümüdür. Halkın ziyaretine açık tutulan Atatürk’ün naşı buradan Ankara’ya gönderilmişti. Halen saraydaki saatler bu büyük Türk’ün anısına ölüm saatinde durdurulmuştur. Dolmabahçe sarayı haftanın belirli günlerinde ziyarete açık olup, görülmesi şart olan İstanbul hazinelerinden bir diğeridir.

ATATÜRK'ÜN RİCASI

Ey milletim, Ben Mustafa Kemal'im... Çağın gerisinde kaldıysa düşüncelerim, Hala en hakiki mürşit, değilse ilim, Kurusun damağım dili...