Thursday, April 17, 2008

ARNAVUTKOY


Küçük, mavi beyaz boyanmış bir köy iskelesi... Arnavutköy. Küçük bir vapur yolcularını bekler. Tarifeye bakılırsa, Kadıköy ya da Beşiktaş hattı gibi yoğun değildir buranın trafiği. Saatleri belirtmek için ışıklı tabela bile yoktur. Hareket saatleri öylece, gazlı kalemle yazılıvermiştir tahtaya. Demirli kapının üzerinde güvercinler tüner, sonra kedi güvercinleri kovalar... İçeri bakınca, pencerenin kenarlarında yağ tenekelerine ekilmiş sardunyalar görürsünüz. Çımacıların, gişe görevlilerinin evi gibidir iskeleler. Süslerler, temizleyip bezerler, kendi evleri gibi sahip çıkarlar. Vapurlar da kaptanlarındır. Kaptanköşkünün penceresinde, yine tenekeler içinde rengarenk sardunyalar vardır. Hatta kiminin perdeleri vardır sanırsınız. Belki de vardır...


Mahmut'un battaniyesi

İskelenin hemen yanında, geniş plastik leğenlerde canlı balıklar vardır. Balıkçıların o sabah tuttuğu balıklardır bunlar. Mahalle sakinleri ya da arabayla yoldan geçenlerin gezici balık dükkanlarıdır bunlar. Onların hemen yanında, balık avlayanları görürsünüz. Her mevsim ve günün her saatinde mutlaka birileri balık avlamaktadır. Tipik bir İstanbul Boğazı manzarası. Sahil boyu oturma sıraları vardır. İster yürüyüş yaparsınız ister bu sıralara oturup balık tutanların, gemilerin, martıların, dalgaların seyrine dalarsınız. Arka planda nefis bir Anadolu yakası manzarası vardır; Kandilli, Vaniköy... Bu semtler Boğaz'ın şanslı bölgeleridir çünkü imara en az açılmış yerlerdir. Yemyeşil korular uzanır ve bu nedenle seyrine doyulmaz. Boğaz'a sırtınızı verirseniz, muhteşem bir yalılar silsilesiyle karşılaşırsınız.

Balık tutanların arasında pecmurde ama hiçbir zaman saçı sakalına karışmamış, yaz kış koyu renk bir ceket pantolon giyen, çok sigara içen, çocuksu bir hevesle oltadaki balıkları seyreden bir adama rastlayabilirsiniz. Adı Mahmut'tur. Kırklı yaşlarının başında. Rumeli Hisarı'nda doğmuş. Sünneti, iskelenin hemen arkasındaki eski, iki katlı evlerinde yapılmış. Ailede arsa, ev bolmuş. Ankara'ya gidip matematik eğitimi görmüş ve sonra yüksek matematikçi olmuş. Pek sevmemiş matematiği. Güneye inmiş bir süre. İngilizce turist rehberliği yapmış. Tutturamamış ama tutturmak da istememiş. İstanbul'a dönmüş. Artık bir evsizmiş ama onun mekanı Arnavutköy'dür. Doğduğu semtteki arkadaşlarına, oradaki evsizlere uğrar zaman zaman. Sohbet imkanı bulursanız bir de sigara ikram edin mutlaka. Hayatın anlamını, sokakları, Hisar'daki balıkçının kulübesindeki evsiz kadını, sokakların kanununu... Mahmut anlatır size. Aynı çocuksu hevesle şiirlerini de okur. Kışın nasıl olup da barındığını, ısındığını soracak olursanız cevabı kendi hayatından verir, "en güzel battaniye bulutlardır" der. Bu gidişimizde göremedik Mahmut'u.


Küçük Beyoğlu

Arnavutköy, Ortaköy ve Kuruçeşme'den sonra gelen ve yine İstanbul'un en eski köylerinden biridir. Özellikle eski evleri, daracık sokaklarındaki mahalle havası, sakinliği ve son yıllardaki eğlence hayatıyla bilinir, bir de çileğiyle. Küçük, açık pembe renkli mis kokulu bir çilek türü. Aslında bir başka adı da Osmanlı çileğidir. Sahile açılan bir vadi ve yamacına kurulu olduğu için hem manzarası hem de sık bitki örtüsü açısından çok güzel ve etkileyici bir görünüme sahiptir.

Arnavutköy'ün ilk çağdaki adı, Hestai'ymiş. Boğaz'ın en önemli ibadet yerlerinden biri olan ve Konstantinos tarafından yaptırılan Ayios Mihael kilisesinde, Başmelek Mihael'in mozaik bir ikonası saklanıyordu. Ortodoks kilisesinde İsa'nın vaftizine remiz olarak haçın suya atılması yortusu, Arnavutköy'de 20. yüzyılın başına kadar geleneksel biçimde kutlanmaya devam etmiş ve günümüzde de halen sürüyor. Bu törenin köylere bereket getireceğine inanılıyormuş. Hz İsa'nın Ürdün ırmağında vaftiz edilmesinin anısına yapılan tören sırasında denize tahta haç atılarak denizin bereketi, balıkçıların ve gemicilerin sağlığı için dua edilirmiş. Haçı sudan çıkaran delikanlı haçı öperek papaza teslim eder ve haç köy dükkanlarında dolaştırılarak bahşiş toplanırmış.


Denize haç atma törenini izleyen çalgılı, içkili gazino alemleri çok rağbet görmüş. O zamanlar Arnavutköy'e bu canlı eğlence hayatı yüzünden Küçük Beyoğlu da denirmiş. Geçmişi 1200 yıllarına dayanan Ayios Strati Taksiarhi Rum Ortodoks Kilisesi, geçirdiği yangın ve depremlere rağmen onarılmış biçimiyle halen ayakta ve cemaatine açık. Bahçesinde Ayios Pareskevi Ayazması bulunuyor. Semtte, hemen sahilde görülebilecek dini tarihi yapılardan biri de 1832 yılında II. Mahmud tarafından yaptırılmış olan Tevfikiye Camii.

Semt, Kanuni Sultan Süleyman döneminden itibaren büyük önem kazanmış ve büyük panayırlara sahne olmuş. Bu panayırların 1940'lı yıllara kadar devam ettiği biliniyor. Yazın en sıcak günlerinde bile esintili olan havası, köyün sırtlarındaki bağlar ve bahçeler bu bölgeye mesire yeri olarak her zaman ün kazandırmış. Gazinoları, sandal sefaları, özellikle panayır döneminde çalgılı, kasap havalı, sazlı sözlü alemleri ile ünlüymüş.


Yürüyen çağanozlar

Köyün, Arnavutköy adını ne zaman aldığı tam olarak bilinmiyor. Ama Fatih Sultan Mehmed'in Arnavutluk'a egemen olmasından sonra yöreden getirilen Arnavutlar'ın bu bölgeye yerleştirildiği biliniyor. O yüzyıllarda bu bölge üzüm bağlarıyla kaplıymış. 16. yüzyılda ise İstanbul'un en önemli mesire yeri olarak biliniyor. 19. yüzyılın ortalarına kadar Rum ve Musevilerin oluşturduğu bakımlı, güzel ve canlı bir Rum köyü olmuş. Evliya Çelebi, "Ekmeğinin ve peksimedinin beyaz, Yahudileri'nin sahib-i zevk ve ehl-i saz, cemaati müslimin gayet az" diye sözetmiş Arnavutköy'den. 18. yüzyıla gelindiğinde, köy halkı tümüyle Rumlar'dan oluşuyormuş. Yine aynı yüzyılda, hanedanın sultan kızı ya da kardeşi gibi iktidar sahibi kadın üyelerin bu bölgede sahilsaraylar yaptırdığı biliniyor. Arnavutköy'ün ticaret hayatı her zaman canlı olmuş. Çünkü Yeniköy'den sonra Boğaz'ın denizciler için peksimet üreten ikinci köyüymüş. Ama aynı zamanda Boğaz'ın akıntılarının en şiddetli olduğu yer diye de biliniyor. Eskiden kötü havalarda çok tehlikeli sayılan bu sahilde, kayıklar kimi zaman halatla sahilden çekilir kimi zaman da yolcular burada kayıklardan inerek yollarına karadan devam ederlermiş. Rivayete göre, 16. yüzyılda akıntıya karşı yüzemeyen çağanoz sürüleri burada karaya çıkmışlar, akıntının sonuna kadar yürümüşler ve yeniden denize dönmüşler. Rıhtımda bıraktıkları izlerin 18. yüzyılda halen görülebildiği de rivayet edilmiş.



Semtin ön yüzü ve belki en muhteşem özelliği şüphesiz sahil boyu uzanan yalılarıdır. Tarihi eser olarak tescil edilen bu evler böylece koruma altına alınmış. Hemen hepsi geçen yüzyılda inşa edilmiş. Ancak 1980 yılı sonrasında önünden geçirilen kazıklı yol nedeniyle denizle olan doğrudan bağlantısı kesilmiş. Hepsinin doğrudan denize bakan pencerelerinin olduğunu, otomobil gürültüsü yerine atlı arabalar ve kürek seslerinden başka sesin olmadığı, kayıkhanelerinden denize açılıp kürek çektikleri, kendi evlerinin önünde rahatça denize girdikleri zamanlar düşünülürse...

Günümüzde, Arnavutköy'de yine de sakin ve hoş bir yürüyüşe çıkılabilir. Ya da akşam üzeri sahildeki restoranlardan birinde güzel bir akşam yemeği yenebilir. Bu ay levrek, lüfer, çipura ve tekir balıkları bol bulunur. Boğaz'ın bu kısmı günbatımını doğrudan görmez ama karşı yakadaki korulara yansıyan kızıllık muhteşemdir.

No comments:

ATATÜRK'ÜN RİCASI

Ey milletim, Ben Mustafa Kemal'im... Çağın gerisinde kaldıysa düşüncelerim, Hala en hakiki mürşit, değilse ilim, Kurusun damağım dili...