Thursday, August 2, 2007

Anatolian goddesses (Anadolu tanrıçaları )

The Istanbul Archaeological Museum is home to an 8,000-year-old 15cm statue of a goddess. Seated on a throne, she is a robust, large-breasted, fleshy figure. While researching my doctoral thesis on "Anatolian Goddesses", I had the opportunity to hold many such figures in my hands.



Neolithic Stone Age women

The statute in the Istanbul Archaeological Museum was made by Neolithic artists. These people had only recently left their caves to set up small villages. They were moving from hunting and gathering to farming. The Neolithic people equated abundant harvests with female fertility. A cult of fertility developed and statues of goddesses with large breasts, large stomachs and wide thighs were carved to represent sex and fertility.


Cilalı Taş Devri'nin kadınları
İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndeki heykelcik, bilimsel olarak Neolitik Çağ olarak adlandırılan Cilalı Taş devrinin sanatçıları tarafından yapılmıştı. O dönemin insanları henüz mağara yaşantısından yeni çıkmış, küçük köyler kurmuş ve avcılık ile besin toplayıcılığı yerine, kendisini besleyecek sulu üretime geçmişti. Neolitik çağ toplumu üretim ve bereket kavramını, kadının doğurganlığında özdeşleştirmişti. Çünkü kadın, tıpkı topraktaki gelişmeler gibi, doğuruyor ve kendi soyunu yaratıyordu. Toprak da, sürekli yeni bitkiler, sebzeler, meyvelerle kendini yeniliyordu!. Böylece, bereket kültü ile ilgili bir inanç kavramı ortaya çıktı. Bereketi sağlayan kadına tapınma ihtiyacı gelişti. Ve heykellerini yaptılar. İri göğüsleri, büyük karınları, geniş kalçaları ile seks ve doğurganlık sembolü kadınları betimlediler bol bol.




Nameless mother goddesses

Many of the Neolithic statues found in Anatolian archaeological digs seem to be holding their milk-swollen breasts. Some look pregnant. Some breast-feed children. Statues depicting scenes of copulation were first found in Catal Hoyuk. Research has shown that the Neolithic people understood the origins of life and believed in the sanctity of family life. As women had the power to give birth, they were considered sacred. Statues of goddesses depicted with a lion or leopard symbolise her role as authoritarian protector. This matriarchal faith continued for thousands of years in Anatolia. After the discovery of bronze in the 4000 BC, cities were formed. With cities came politics and war, and the age of male aggression. Men's role in society became more dominant, but women remained the symbol of fertility and abundance. Early Bronze Age goddesses were also naked, but their hair was tied up, they had small, high breasts, small stomachs, narrow waists, wide thighs and large reproductive organs. Written language was introduced to Anatolia in 2000 BC. Records show that these mother goddesses were equated with the sun. The Hittites created a hierarchy of goddesses lead by one goddess. During the Late Hittite State, she was known as Kubaba. Kubaba was renamed Kybele by the Frigians.


İsimsiz ana tanrıçalar
Anadolu'da yapılan arkeolojik kazılarda ele geçen bu döneme ait tanrıçaları görme şansını da yakalamıştım. Heykelciklerin pek çoğunda, elleri ile sanki süt dolu göğüslerini tutuyorlardı. Bir kısmı da hamile kadınları çağrıştırıyordu. Birkaç tanesi çocuğunu emzirmekteydi. Tarihin ilk seks sahnelerini içeren betimlemeler de bu devire ait merkezlerden Çatal Höyük'te ele geçmişti.
Bütün bulgulara göre; Neolitik-Cilalı Taş insanı, yaratılış olgusunun kadın ile erkek birleşmesi sonucunda doğum ve aile bağlantısını keşfetmişti. Onlar erkek-kadın ve çocuktan oluşan ailenin tanrısallığına inandıklarından bu eserleri yaratmışlardı. Yaşamın sürekliliğini, doğurduğu bebeğini göğüslerindeki süt ile besleyip yaşama katan kadın sağlıyordu. Bu durum erkeğe karşı olağanüstü bir güçtü, bu nedenle tanrılaştırılmayı hak etmişti. Tanrıça, yaşam ve ölüm üzerinde egemendi ve tüm yaratıkların korucusuydu. Yanında aslan ya da leoparlarla birlikte görüldüğü heykelcikler koruyucu durumdaki otoriter tanrıçayı betimlemekteydi. Bu inanç Anadolu topraklarında binlerce yıl sürdü. Tuncun keşfedildiği M.Ö. 4. bin yılın sonlarında köyler yerine büyük kentlerin kurulması ve siyasal örgütlenmenin başlamasıyla erkeğin savaşçı gücü ortaya çıktı. Toplumdaki yeri kuvvetlendi. Ancak kadın, ana tanrıça olarak bereketin simgesi olmaya devam etti.
Ana tanrıçalar, Eski Tunç Çağı'nda daha zarif imal edildiler. Yine çıplaklıkları örtülmedi, saçları topuzlu ya da poloslu, dik ve küçük göğüslü, hafif göbekli, ince belli, geniş kalçalı ve iri kadınlık organlarıyla pek çok Eski Tunç Çağı yerleşmesinde ele geçtiler. Bu dönemlerin tanrıçaları isimsiz ana tanrıçalardı. M.Ö. 2. bin'de yazının Anadolu'ya girmesiyle yazılı belgelerde Ana tanrıçanın güneşle özdeşleştirildiği fark edildi. Bu dönemde Anadolu'ya hâkim olan Hititler, tanrıçalarını çoğalttı ve bir baş tanrıça ile onun alt kademesindekileri yarattılar. Baş tanrıçaları Hepat adını aldı. Hititlerin yıkılmasından sonra kurulan Geç Hitit Devleti'nin tanrıçası ise Kubaba olarak ana tanrıçalığını sürdürdü. Kubaba, Friglerde Kybele adını aldı. Doğurganlığı, doğaya hakimiyeti, bereketi temsil özelliği aynen sürüyordu.


Artemis the Shrew

Around 500BC, Ancient Greek culture dominated Anatolia and the goddess became known as Artemis. The famous many-breasted statue of Artemis of Ephesus symbolises her fertility. However, Artemis was better known as a protector. Her bow and arrow represented her power over nature. As the beautiful virgin huntress, Artemis was also the image of unattainable perfection. One story goes that she killed a young man who saw her naked while she was bathing. She pitied him and turned him into a stag and kept him with her. A marble carving depicting this myth is on display at the Louvre. A few rooms away stands a statue of Aphrodite, another Mediterranean goddess.


Hırçın Artemis
M.Ö.1. binin ortalarında Anadolu'da antik Yunan kültürü hâkim olmaya başladığında ise bu görevi Artemis üstlendi. Efes'in meşhur yumurta şekilli bol göğüslü Artemis'i, bereketi böyle sembolize etti. Aslında bekaretine düşkün bir tanrıça olan Artemis kadınlıktan öte koruyuculuğuyla öne çıkmıştı. Elinde tuttuğu yay ve oku ile vahşi doğaya hâkimiyetini göstermekteydi. Bakire tanrıça, güzelliğiyle herkesi büyülemesine rağmen, kimseyle beraber olmayarak erişilmezliğini kanıtlıyordu. Bir keresinde kendisine âşık olan ve onu yıkanırken gizlice seyreden zavallı bir genci okuyla öldürmüş ve sonradan kendisine acıdığından onu geyiğe çevirerek yanından ayırmamıştı. Louvre Müzesi'nde bu mitolojik öyküyü anlatan en güzel eserlerden birinin önünde duruyordum. Ne kadar ustalıkla mermeri işlemişti bu dönemin sanatçısı. Birkaç salon sonrasında ise bir Akdeniz tanrıçası Aphrodite'i gördüm.




The beautiful Aphrodite

Unlike the proud virgin Artemis, Aphrodite was the goddess of love and beauty, femininity and fertility. Her face may be lowered bashfully, but Aphrodite is famous for being an outrageous flirt. Aphrodite was born from a oyster shell in Cyprus and is named after Aphros, the Greek word for sea foam. She was young and beautiful, unlike the Neolithic fertility goddesses. She was also less powerful. The powers of the omnipotent mother goddess were split among the many Greek and Roman goddess. The goddess Tykhe represented fertility and good fortune. Hekate was the goddess of death and night. She was later known as the doorkeeper of Hades.
When the Byzantines adopted monotheism, the goddess disappeared, only to be replaced by the Virgin Mary.
But, since Islam prohibits religious iconography, the goddess or female saint has no place in the religion.


Güzeller güzeli Aphrodite
Anadolu'nun aşk ve güzellik tanrıçası, güzeller güzeli Aphrodite, Artemis gibi hırçın ve bekaret düşkünlüğü yerine, kadınlığı ve doğurganlığı ile ön plandaydı. Yüzünde utangaç bir ifade ile başı aşağı doğru eğilmiş tanrıçanın aslında ne kadar işveli ve cilveli olduğunu bilmeyen yoktu. Sanatçısı biraz daha edepli betimlemişti tanrıçayı. Kıbrıs'ta bir istiridye içinde doğan Aphrodite, Yunanca Aphros (deniz köpüğü) kelimesinden almıştı ismini. Bembeyaz mermerden kusursuz bir vücudu vardı tanrıçanın. Yazımızın başındaki Neolitik tanrıçayla kıyaslanmayacak kadar genç ve güzeldi. Aradan binlerce yıl geçmişti çünkü. Ancak Aphrodite, Neolitik dönemin Ana Tanrıçası kadar her şeye hâkim ve güçlü değildi.
İlk dönemlerin her şeye hâkim ana tanrıça figürü, özellikleri Yunan ve Roma dönemlerinde bölünmüştü tanrıçalar arasında. Kimi koruyucu, kimi doğurgan, kimi şans ve iyi kader sağlıyordu insanlığa. Artık bereket ve iyi kaderi, tanrıça Tykhe sağlamaktaydı. Ölüm ise gecelerin ve öteki dünyanın karanlık yolunu aydınlatan Hekate ile anılır olmuştu. Zamanla ölülerin yöneticisi ve yeraltı dünyası Hades'in kapı anahtarının bekçisi olarak anılmaya başlandı. Bizans döneminde tek tanrılı dine geçildiğinden tanrıça kavramı kalktı ama tanrı anası sıfatıyla Meryem Ana, inanç dünyasındaki yerini aldı. İslamiyet'te imgelere dayanan bir dini ikonografya söz konusu olmadığından kadın tanrıça, tanrı anası, azize gibi kimliklere bürünmedi.

No comments:

ATATÜRK'ÜN RİCASI

Ey milletim, Ben Mustafa Kemal'im... Çağın gerisinde kaldıysa düşüncelerim, Hala en hakiki mürşit, değilse ilim, Kurusun damağım dili...